13 Kasım 2010 Cumartesi

EĞİTİMDE KUR'AN VE SÜNNETİ REFERANS ALMAK (BOŞ)

"Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız." (8/Enfal, 24)
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın." (47/33)
“Ey iman edenler! Allah`a ve resulüne itaat edin. İşitip durduğunuz halde ondan yüzünüzü çevirmeyin. ” (8/20) 
"Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (33/36)
"Size, kendilerime sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız iki şey bıraktım. Bunlar, Allah'ın Kitabı ve Rasulünün Sünnetidir." (???)
"Benim sünnetime uymayan benden değildir." 

ÇOCUK EĞİTİMİ (64/14-15)

“Ey îmân edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan bazısı size bir nevi düşmandır. Öyleyse onlara karşı dikkatli olun... Muhakkak mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir fitnedir...” (64/Teğâbün, 14-15)
Yani, hevâlarına ve çarpık fikirlerine meyletmeniz sebebiyle hanımlarınız ve çocuklarınız sizlerin âhiret âlemi için en büyük düşmanlardan olabilirler. Onların kıyâmetten çok önce dünya hayâtında da düşman olmaları mümkündür. Kişi onların arzularına muhalefet ettiğinde ve kendileriyle ilgili olarak ilmin gereklerine göre hareket ettiğinde de ona düşman kesilebilirler.[1]
Müteakib âyetteki “fitne”den maksadın ‘imtihan vesilesi’ olduğu belirtilmiştir ki bu imtihanı kazanmanın tek yolu, onlara karşı vazîfeleri yapmak, ahlâklarını güzel kılmak, onları hayata en iyi şekilde hazırlamaktır. Aksi takdîrde âhiretteki mesûliyetinden başka, daha dünyada iken onlardan ukûkla(*) karşılaşılacaktır. “Çocuğunun kendisine iyi davranmasında ona yardımcı olan babaya Allah rahmetini bol kılsın”[2] hadîsi bu mânada gelmiştir.[3]
Nitekim hikmet ehli: “Çocuklarınızın ahlâkı bozulup sizi telâşa düşürmeden, onlara terbiye vermede acele ediniz!”[4] demiş; Arap edebiyatında ise, “Çocuğunu küçüklüğünde edeblendiren, büyüklüğünde sevinir” sözü yer almıştır.[5]



[1] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb, (trc. Muharrem Tan, İstanbul: İz yay., 1999), IV, 291
(*) Ukuk, daha ziyâde ana-baba gibi yakınlara karşı vazifeleri yerine getirmemektir. Her çeşit saygısızlık, kötü muamele, kalplerinin kırılması, maddî ihtiyaçlarının görülmemesi, ziyâret eksikliği gibi menfî davranışların hepsi “ukuk” kelimesiyle ifade edilmiştir.
[2] Ebu’l-Leys Semerkandî, Tenbîhü’l-gâfilîn, trc. Abdulkadir Akçiçek, s. 140. Hadîsin kaynakları için bkz. Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, IV, 29; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 514 (1376)
[3] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, (Ankara: Akçağ yay., 1988), II, 513
[4] Ebû Hasan Ali el-Mâverdî, Edebü’d-Dünyâ ve’d-Dîn, (trc. Bergamalı Cevdet Efendi, İstanbul: M.E.B. yay., 1997),  s. 608
[5] A. Kâzım Ürün, Arapça Hikmetli Sözler, (Konya: Esra yay., 1998), s. 81

TEMEL EĞİTİM-TEMEL BİLGİLER (BOŞ)

1- İnanç ve ibadetle ilgili ana bilgiler
2- Ahlakla ilgili ana bilgiler
3- Diğer insanlarla muamele ve muaşeret bilgisi
4- Meslek bilgisi

KUR'AN'A GÖRE EĞİTİMDE CEZALANDIRMANIN ŞARTLARI (GELİŞTİR)

1- Kendisine peygamber ve kitap vasıtasıyla sorumlulukları bilirilmemiş bir insan cezalandırılmaz. (17/15)
2- Emirler ve yasaklar, yasaklanan hususlara alternatif meşru şeyler hususunda önceden bilgi verilmeli, kişi muhtemel tehlikeler karşısında uyarılmalıdır (9/115, 2/36)

İslam eğitimcileri, disiplin ve ceza konusunda özetle şunları tavsiye etmişlerdir:
1- Önce iyinin iyi, kötünün kötü olduğu telkin edilmeli
2-İyi işler yaptığında yüzüne karşı takdir edilmeli
3- Kötü davranışları varsa, bunlar başkalarından örnek verilerek kötülenmeli
4-İlk defa yaptığı olumsuz davranışlar görmezlikten gelinmeli; ikinci defa tekerrür ederse, kimsenin olmadığı bir yerde ayıplanmalı ve başkalarının bunu duyması veya görmesi halinde ayıplanacağı söylenmelidir.
5- Hataları sebebiyle devamlı olarak azarlanmamalıdır.
6- Gizlice yaptıkları mutlaka önlenmelidir.
7- Olumsuz davranışlarda ısrar ediyorsa inadı kırılmalıdır.
İşte ancak bu son noktada İslam eğitimcileri arasında görüş farklılığı ortaya çıkmaktadır. Bazıları, yapılan olumlu telkinlere rağmen hatalı davranışlardan vazgeçmeyen çocuk veya öğrencinin dövülebileceğini, ancak bunun bir sınırı ve ölçüsü bulunduğunu ifade ederken (İbn Sahnun, Kabisî, İbn Miskeveyh, İbn Sina, Gazzali, İbnu'l-Hacc, İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye...); bazıları ise kesinlikle dayağa başvurmamak gerektiğini, dayakla bir sonuç elde edilemeyeceğini savunmuşlardır (Maverdi, İbn Haldun, Alaeddin Çelebi, Taşköprizade, Erzurumlu İbrahim Hakkı).

Kaynak: M. Emin Ay, "İslam Eğitimcilerine Göre Disiplin", İslam'da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu, s. 244

KUR'AN'DA ÖĞRETİM YÖNTEMLERİ (GELİŞTİR)

1- Kıssa ile eğitim
2- Soru-cevap
3- Misalle açıklama
4- Ümit ve korku ile eğitim
5- İbretle olaylara bakmak
6- Güzel örnekle eğitim
7- Yaparak yaşayarak

ÖNCELİKLİ İLİM DALLARI

Konya'da şehrin ve civarın sevgilisi Mîr-Dîvâne denilen bir meczub vardı. Şehrin genç memurlarından biri bu divaneyi mescidde görür. Yumuşaklık ve şaka ile yanına varır.
Divane bu gence,
-Şâhım, ne okuyorsun?, der.
Genç:
-Mantık okuyorum.
Divane:
-Tefsir hadis okusan ya?
Genç:
-Buna da mîzan (ölçü) ilmi derler.
Divane:
-Şâhım, sen mîzan (terazi) kuruncaya kadar pazar bir yana dağılır, haberin yok.

Sakın ey hâce mîzânı kurunca geçer bâzâr
Ziyânın assına yetmez teessüfle olursun zâr
Şunlar kim ilm-i âlîdir peşîmanlık misâlidir
Ana sarf eylemek ömrü iki âlem vebâlidir
Hakikat şemsini sanma metâlîden olur tâlî
Hicâbı zulmeti senden tevâli olmaz dâfî
Kütüb cem etmeden ancak peşîmanlık durur hâsıl
Hucub def'ine sa'y et kim murâda olasın vâsıl
[Ey efendi! Sakın son ölçünü (terazini) kuruncaya kadar pazarın vakti geçmesin. Böyle olursa ziyanın kârından çok olur, esefle inlersin.
Şunlar yüce ilimlerdir, fakat sonunda pişman olunan şeylere benzer. Bütün ömrü onun için tüketmek iki âlem (dünya ve âhiret) içinde günahtır, azaptır.
Hakikat güneşini, maddi güneş gibi ufuktaki doğuş yerinden doğar zannetme. senden utanmayı, karanlığı bu doğuş def edemez.
Kitap toplamadan ancak pişmanlık meydana gelir. utanmayı def etmeye çalış ki muradına kavuşasın.]

(Lâmiîzâde Abdullah Çelebi, Latîfeler, İstanbul: MEB Yay. 1997, s. 164-165)

AHİRET HESABI

Yolsuzun biri Behlül'ün yüzüne bir avuç kül saçar ve başından külahını alıp kaçar. Behlül de gözlerini silerek mezarlıktan yana koşar. Görenler,
-Hay divane, külahını kapan şu tarafa gitti. Sen mezarlıktan yana koşup varıp ne yapacaksın? derler.
Behlül,
-Ne tarafa giderse gitsin, isterse yedi iklimi dokuz dolansın, sonunda geleceği yer burasıdır, der.

(Lâmiîzâde Abdullah Çelebi, Latîfeler, İstanbul: MEB Yay. 1997, s. 158)

HATAYI KABUL ETMEK

Ey dâvâ-yı akl eden, mecnûn ile söyleşme
Tâ etmeyesin halka mecnunluğunu isbât
Mecnûn ile söyleşmek mecnûnlara uymakdır
Âkil mi olur hergiz mecnûna uyan heyhât
[Ey akıllı geçinen, halka deliliğini ispat etmek istemezsen deli ile konuşma. Deli ile konuşmak, delilere uymaktır. Heyhat, deliye uyan hiç akıllı olur mu?]

Divanenin biri karısı ile otururken seslenir:
-Be karı, şu bizim komşu çulha Sindel'in adı nedir?
Karısı:
-Sindel diyorsun ya!
Divane:
-Yok, sanatı nedir diyecektim.
Karısı:
-Behey koca, çulha diyorsun ya!
Divane:
-Behey karı, yanılmaya kail değil misin? Hangi mahallede oturur diyecektim?
Karısı:
-Behey yaban delisi, komşum diyorsun ya!
Divane, devamlı susturulduğunu görünce,
-Allah Allah! Şu bacağından asılası beni hiç konuşturmayacak mı?, der.

Sözü fikr eyle söyle yürü derviş
Ki canın düşmeye yüz bin belaya
Hatanı itiraf et kılma tevcîh
Ki uğrarsın dahi beter belaya
[Derviş yürü, sözü düşün de söyle ki canın yüz bin belaya düşmesin. Hatanı kabul et, başka tarafa çekmeye kalkma ki daha beter belaya uğrarsın.]

(Lâmiîzâde Abdullah Çelebi, Latîfeler, İstanbul: MEB Yay. 1997, s. 125-126)

İLİM TAHSİLİNİN ÖNEMİ VE EĞİTİMDE SÜREKLİLİK (20/114, 58/11; 39/9)

"De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır!" (20/Tâhâ, 114)
İlim, gerçeğe ve vakıaya uygun düşen bilgi ve kanaat demektir. Zıddı ise cehâlettir.
İslâm dini ilme ve ilim tahsiline, böylece zihin ve kalp âlemini tenvîre büyük ehemmiyet verir. Cehâleti ve karanlıkları ortadan kaldırmayı hedefler. Allâh Teâlâ ilk vahyettiği âyetlerde, Rasûlü'ne ve onun şahsında bütün insanlara okumayı ve öğrenmeyi emretmektedir. "Oku!" emrinin, ilk olarak inen âyetlerin içinde iki kez tekrar edilmesi, İslâm'ın ilme, ilim öğrenmeye ve öğretmeye verdiği ehemmiyeti gösterir.
Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz'i ilminin artması için duâya teşvik ederek: "De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır!" (20/Tâhâ, 114) buyurmuştur. Bu mânada Peygamber Efendimiz; "Allah'a yaklaştıracak bir ilim öğrenmeksizin geçen günde, benim için hayır yoktur." (Ali el-Müttaki, X, 136) sözüyle bu emre icabet ettiğini göstermiştir. Çünkü ilim bitip tükenmeyen bir hazine olup yalnızca sahibine değil diğer insanlara ve hatta bütün canlılara da fayda verir. Zira hak ile bâtılı ayırmanın en önemli vasıtası ilimdir. İlmin artması insana yük değil, aksine onu yücelten bir fazilettir. Bu mânada insanın ilmi arttıkça tevâzuu da artar; lüzumsuz düşünce, havatır ve vesveselerden kurtulur; gerçeği anlar ve elinden geldiğince iyi bir insan olmaya gayret gösterir.
Allah Teâlâ, ilim ile meşgul olan ve öğrendiklerinin gereğini yerine getiren âlimleri üstün derecelere ve makamlara kavuşturacağı husûsunda:
"Allah içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir." buyurmaktadır. (58/Mücâdele, 11)
Resûl-i Ekrem Efendimiz de hadis-i şeriflerinde âlimleri şöyle medhetmektedir:
"Allah, hakkında hayır murâd ettiği kimseyi dinde ince anlayış sâhibi kılar." (Buhârî , İlim, 10; Müslim, İmâre, 175)
"Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah'ı zikretmek ve O'na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen talebe bundan müstesnadır." (Tirmizî, Zühd, 14)
İnsanın öğrendiği ilmi başkalarına öğretmesi en büyük infak ve hayırlardan biridir. Meselâ talebe yetiştirmek, kitap yazmak ve yayımlamak, günümüzün modern imkânlarından faydalanarak ilmini kendisinden sonraki nesillere intikal ettirmek, hadis-i şerifte belirtildiği üzere kişinin amel defterinin kapanmamasına ve sevabının devamlı olmasına vesile olacak sâlih ameller zümresindendir. (Müslim, Vasiyyet, 14)
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bizleri daha samimi bir şekilde ilme talip olmaya teşvik için şöyle buyurmaktadır: "Kim ilim tahsiline yönelirse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim için Allah'tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüş miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur." (Ebû Dâvûd, İlim, 1; Tirmizî, İlim, 19)
Kur'an-ı Kerim ilmin, insana müspet vasıflar kazandıran, onu Allah'a karşı daha şuurlu hâle getiren bir keyfiyete sâhip olduğunu haber vermektedir. "De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (39/Zümer, 9) âyet-i kerimesini siyâk ve sibâk (öncesi ve sonrası) itibariyle tetkik ettiğimizde, bu hakîkat bütün açıklığıyla ortaya çıkacaktır. 

Kaynak:
http://www.usveihasene.com/ic_peygmbrmzn_ilme_verdigi_deger.htm 

YÖNETİCİLERE YARDIM

Bir gün, müminlerin emiri, Müslümanların reisi, Rasul'ün damadı ve Hz. Fatıma'nın eşi İmam Ali hazretlerinin önüne edepsiz, kötü sözlü ve katı yüzlü bir küstah gelip dedi ki,
-Neden Ebu Bekir'in ve Ömer'in halifelikleri esnasında halk kavga, karışıklık, husumet ve ölüp öldürmekten uzaktı da senin ve Osman'ın hilafeti zamanında böyle çekişme, dövüş, kavga, ihtilaf ve bozukluk oldu?
Hz. Ali şu cevabı verdi:
-Zira ben ve Osman, Ebu Bekir ve Ömer'e yardımcı idik; sen ve senin gibiler ise bana ve Osman'a yardımcı oldunuz (!).

(Lâmiîzâde Abdullah Çelebi, Latîfeler, İstanbul: MEB Yay. 1997, s. 43)

12 Kasım 2010 Cuma

EĞİTİMDE DİSİPLİN VE CEZA (2/286, 3/134)

“…Ey Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutup hesaba çekme…” (2/Bakara, 286)
“… Onlar ki insanların hatalarını bağışlarlar …” (3/Âl-i İmran, 134)
Yanlış söz ve davranışların genelde iki temel sebebi vardır:
1- Unutma,
2- Yanılma
Öğretmen, olumsuz/yanlış bir davranış sergileyen öğrencisini, eğer bu davranış unutma veya hata/yanılma sebebiyle, yani kasıtlı olmaksızın gerçekleşmişse bağışlamalıdır, cezalandırmamalıdır.
Yanlış söz, davranış ve duruma sebep olan unutma, eğer umursamazlıktan kaynaklanıyorsa, bu sorumluluk gerektirir.
Diğer taraftan insanın unutması, onun öğrendiği şeylerin tekrar edilmesini gerekli kılmaktadır. Bir konuyu hem öğretirken hem de öğrendikten sonra unutmayı engellemek ve hatırlamak için “tekrar” önemli bir prensiptir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Yine de hatırlat, çünkü hatırlatmak, müminlere fayda verir…” (51/Zariyat, 55)
Hatâ, doğru olan ölçüyü aşmak, doğrunun sınırlarına tecavüz etmek demektir. Hataya sevk eden amiller şüphesiz değişebilir. Kasıtlı olarak da, yanılarak da hata işlenebilir. Hata ile oluşan fiillerin sonuçlarında, sevk edici âmiller etkilidir.
“Kul, hatasız olmaz” denilmiştir. İnsanların yaşamları boyunca çeşitli hatalar işlerler. Hz. Âdem ile Havva’nın (as) cennette iken dahi hataya düşmeleri, Âdemoğullarının hatadan vareste olamayacaklarının delilidir. Dolayısıyla hataya düşme, insanın nisyan özelliği ile yakından ilişkilidir. İnsan hata etmeseydi melek, hatasını düzeltmeseydi hayvan olurdu.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Âdemoğlunun her biri hatakârdır. Onların en hayırlıları tevbekâr olanlarıdır.” (Tirmizî, Kıyâmet 50; İbn Mâce, Zühd 30)
“Ey Allah’ım, eğer sen günahlarımızı affedersen çokça affedersin. Senin hangi kulun günaha düşmemiştir ki?” (Tirmizî, Tefsir, Necm sûresi)
İnsan, “vicdan” sahibi, hatasından ötürü “pişmanlık” duyabilen bir varlıktır. Hz. Âdem ve Havva’da oluşan pişmanlık (7/A’raf, 23), Âdemoğlu Kâbil’in, kardeşi Hâbil’i öldürmesi sonrasındaki pişmanlığı (5/Maide, 31) bunun delilleri arasındadır. Kişilik gelişiminde önemli bir etkiye sahip olan pişmanlık duygusu, insanın doğrulara ulaşmasında muharrik bir güç ve enerjiye sahiptir. Nitekim Kur’ân’da, “(pişmanlık duyup) kendini eleştiren, kınayan benlik” yani nefs-i levvame üzerine yemin edilmektedir. (75/Kıyamet, 2)
Hata ile yanlış söz ve davranışta bulunanı, hele de pişman olmuş ve bunu ifade etmişse, cezalandırmamak daha uygundur. Bundan sonra daha dikkatli olması ve aynı hataya tekrar düşmemesi gerektiği belirtilmelidir.

ÖĞRENCİLER (GELİŞTİR)

  • Okudukları kitaba, öğrendikleri bilgilerin gereğini yerine getirecekler (62/5)
  • Bilgisizce, cahilce hareket etmeyecekler (17/36)
  • Kitaptaki bilgileri düşünecekler
  • Öğretmene sevip, saygı duyacaklar
  • Öğretmenlerine değer verecekler 33/6
  • Öğretmeni örnek alacaklar (33/21)
  • Zanna uymayacaklar
  • Hevalarına uymayacaklar
  • Fasıkların getirdiği bilgilere uymayacaklar
  • Kitabı terk etmeyecekler
  • Bilmediği hususları ehlinden sorup öğrenmeli 16/43
  • (sözde, yolda ve erkanda) öğretmenlerinin önüne geçmemeli 49/1
  • Öğretmenin bulunduğu ortamda saygısızca yüksek sesle konuşmamalı 49/2
  • Öğretmeni adı ve lakabıyla çağırmamalı 49/2
  • Öğretmenine argo sözler söylememeli 2/104, güzel hitap etmeli 17/53, 2/83
  • Öğretmenini evinde rahatsız etmemeli 49/5-6
  • Öğretmeninin evine izinsiz girmemeli 33/53
  • Dersten ayrılırken öğretmeninden izin istemeli 24/62
  • Öğretmeni ve arkadaşlarıyla selamlaşmalı 4/86, 24/27,61
  • Derste veya arkadaş ortamında fısıltı ile konuşmamalı 58/10
  • Öğretmenine itaat etmeli, tabi olmalı, verdiği karara uymalı, keyfine ve kafasına göre hareket etmemeli
  • Öğretmeninin ilahlaştırmamalı 18/110
  • Arkadaşını alaya almamalı 104/1
  • Arkadaşının kusurunu araştırmamalı 49/12
  • Öğretmenin eşine saygılı davranmalı 33/6

İLİM AHLAKI; İLİM, EĞİTİM VE TAKVA (35/28, 2/282)

"Allah'tan kulları içinde ancak âlimler (hakkıyla) korkar." (35/Fâtır, 28)
Tabiinden Atâ (ra), âyeti, “Allah’tan korkanlar gerçek âlimlerdir” şeklinde açıklamıştır.
Ayeti kerimeye göre;
1- Sadece dini ilimlerle meşguliyet değil, kâinattaki fizikî kanunlarla ve müspet ilimlerle meşguliyet de insanı marifet-i ilahiyeye ulaştırmak için birer vasıta olmalıdır. Aksi takdirde bunlar da perde olmaktan öteye geçemezler.
2- Âyete göre ilim, “mâlumat sahibi olma”nın ötesinde bir anlamı ihtiva eder. İnsanoğlunun iç dünyasını Allah’tan haşyet duygusu ile dolduramayan ve dışındaki dünyayı dönüştürecek bir sorumluluk bilincini oluşturamayan bilgiçlik durumunun, ilim sahibi olmakla bir alâkası yoktur. Hikem-i Atâiyye’de şöyle denilmiştir: “İlim, haşyet ve Allah korkusu ile beraberse bu ilim senin lehine, aksi halde aleyhinedir.” (İskenderî, 40)
Modern psikolojide insanın ancak şuura dönüştürdüğü bilgilerin davranış olarak ortaya çıktığı kabul edilir. Zâhiren kişinin bilgisi artıyor, fakat manevî hallerinde bir terakki görülmüyorsa, burada tehlikeli bir durum var demektir. Hâlbuki insanın ilmi arttıkça, Allah Teâlâ'ya olan takvası, saygısı ve haşyeti de artmalıdır. Hakiki âlimler, Cenâb-ı Hakk'ı nasıl bilip tanımak gerekirse öylece bilirler. Gönüllerinde Allah'a sonsuz ta'zîm ve muhabbet hisleri taşırlar. Nitekim Peygamber Efendimiz, "Sizin Allah'tan en çok korkanınız ve en fazla takvâ sahibi olanınız benim . " buyurmuştur. (Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Sıyâm, 74)
İnsanoğlunun ilmi Allah'ın ilmi yanında pek azdır. Nitekim Cenâb-ı Hak: "Size ancak az bir ilim verilmiştir..." buyurmaktadır. (17/İsrâ, 85) Ancak, verilen bu az ilimle amel edilip takvâya vâsıl olunabilirse, Allâh'ın lütuf ve ihsânıyla kul, ârif hâle gelir. Böylece mârifetten, yâni Allâh'ı hakkıyla tanıyabilmekten hisse almaya başlar ve ona esrâr-ı ilâhî açılır. Âyet-i kerîmede: "Allâh'tan ittikâ edin ki Allâh size (ihtiyâcınız olan şeyleri) öğretsin." (2/Bakara, 282) buyrulur. Müfessir Kurtubî şu açıklamayı yapar: "Bu âyette Allâh'tan ittikâ edenlere bizzat Allâh'ın ilim öğreteceği va'di vardır. Yani takvâ sâhibi olan kulun kalbine Cenâb-ı Hak, kendisiyle hakîkatleri idrâk edeceği ve hakla bâtılı ayırabileceği bir nûr ihsân eder." (Kurtubî, III, 406) Hadîs-i şerîfte de bu mânayı teyiden: "Öğrendikleriyle amel edene Allâh Teâlâ bilmediklerini öğretir." buyrulmuştur. (Ebû Nuaym, X, 15)
Faydalı ilim, takvayı kalbe yerleştiren ve iradeyi takva üzere yönlendiren ilimdir. Fahr-i Kâinât Efendimiz, faydalı ilmi teşvik ederken faydasız ilimden de Allah'a sığınmış ve ashabını bundan sakındırmıştır. Onları ilim ve hâl bakımından en faydalı olana yönlendirmiştir. Peygamber Efendimiz bir muallim olarak ashabına lüzumlu bilgileri öğretmesinin yanında onun terbiye ve tezkiye gibi mühim bir vazifesi daha vardır.

Yararlanılan kaynak:
http://www.usveihasene.com/ic_peygmbrmzn_ilme_verdigi_deger.htm

EĞİTİMDE ÖRNEK OLAY VE HİKAYE KULLANIMI (7/176, 11/120) GELİŞTİR

“Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.” (7/A’raf, 176)

“Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz. Bunda sana hak ve inananlar için bir öğüt ve ibret gelmiştir.” (11/Hud, 120)

Eğitimde yaşanmış örnek olay ve hikaye paylaşımı, konunun daha kolay anlaşılmasını sağlar, duyguları eğitir, öğretmen ve öğrencinin motivasyonunu artırır.

Kur’an kıssalarının gayelerinden biri de başta Rasulullah’ın, daha sonra da O’na iman eden bütün mü’minlerin; tebliğ vazifesinde karşılaştıkları veya kıyamete kadar karşılaşacakları her türlü eziyet ve meşakkatler karşısında teselli edilmesidir. Kıssalar diliyle, din yolunda karşılaşılan güçlüklerin her devirde peygamber ve onlara tabi olanların değişmez kaderi olduğunu, ancak bu eziyet ve güçlüklerin geçici olup, sonunda mutlaka iman ehlinin kurtuluşa, galibiyete erdiğini Kur’an muhataplarına anlatmaktadır. Yine aynı kıssalarda gaye, dinî davet ve tebliğ görevinde, gerek peygamberin gerekse O’na tabi olan her devirdeki mü’minlerin sarsılmaması gerektiğini vurgulamak, bütün zor şartlara sabırla göğüs germelerinin, bu kutsî dava uğrunda yılmadan mücahede ve mücadeleye devam etmenin gerekliliğini telkin etmektedir.
Ayet-i kerimeden de anlaşıldığı gibi, bu son derece edebî üslupla anlatılan gerçek tarihî kıssalar sadece Resulullah’ın kalbini tesellî, takviye ve pekiştirmek için değil, her devirde Kur’ânî daveti omuzlayan davetçiler, Kur’an’ı bilfiil yaşayışlarına aksettiren sâlih mü’minler için kuvvet, güven ve ümit kaynağı olmuştur. (İdris Şengül, s.293-294)

EV OKULLARI, EV MERKEZLİ DİN EĞİTİMİ (10/87)

"Mûsâ ve kardeşine (şöyle) vahyettik: “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın; evlerinizi namâz kılınan (ve kıbleye dönük) yerler yapın ve namâzı dosdoğru kılın. Mü’minleri de müjdele”." (10/Yûnus, 87)

Necati Kara, âyeti şu şekilde tefsîr etmektedir:
“Gün gelir mü’minler, câhiliyye toplumu içinde devamlı takibata uğrayabilirler. Fitne yaygınlaşır, zulüm ve zorbalık her tarafı kasıp kavurabilir. İnsânlar bozulabilir. Cemiyet kokuşabilir. Nitekim o devrelerde Firavun’un idaresinde bulunanlar da tamamen bozulmuşlardı. İşte bu gibi hâllerde Allah Teâlâ, inananların bir takım husûsları yerine getirmelerini bildiriyor. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Bozulmuş ve kokuşmuş câhiliyye erbabından evleri ayırmak,
2- İnananlar mümkün mertebe evlerini yan yana ve karşı karşıya yapmalı ki, hem birbirlerinden haberdâr olsunlar, hem de gerektiğinde birbirlerine yardım edebilsinler. "Evler hazırlayın" âyetine bu yorumu getiren müfessir Hâzin, âyetteki "büyût" kelimesini “İsrâiloğulları için yapılacak evler”; "kıble" kelimesini de “Evlerin birbirine karşı ve yan yana olması” ile tefsîr etmiştir.
3- Firavun, mescitlerde namâz kılmayı yasaklayınca, Allah Teâlâ onlara evlerini mescit hâline getirmelerini emretmiştir. Hattâ mescitlerin Firavun tarafından yıktırıldığı rivâyetlerine de rastlanmaktadır.” (Kara, a.g.e., s. 275-276)
İbrahim Canan ise ayete ilişkin şu hususlara dikkat çekmektedir:
“Cenâb-ı Hak bu âyette iki ayrı şey emretmektedir: 1- Bazı evlerin hazırlanması, 2- İkamet etmekte oldukları evlerin kıble kılınması. Bu emri alan Hz. Mûsâ ve kardeşi, Benî İsrail’in o zaman için, Firavun tarafından yasaklanan (ve belki de yıktırılan) mâbet ve mektep gibi halka kamu hizmetleri veren müesseselerin yerine geçecek “eğitim-öğretim”, “ibâdet”, “bir araya gelme” imkanları sunacak bir kısım evler hazırlayacaktı. Bu şekilde emir üzerine hazırlanacak evler, yeni inşaat değildir. Çünkü Benî İsrail, ağır kölelik şartları ve tahammüllerini aşan angaryalardan başka bir de Firavun’un çok sıkı ve yakın tâkibi altındadır. Öyleyse bu evler, zaten çoktan beri mevcut ve ikamet edilmekte olan evlerdir.”
“Cenâb-ı Hak, “evlerinizde mescitler ittihaz edin" demiyor, "Evlerinizi kıble ittihaz edin" diyor. Bazı âlimler “kıble” tâbirinin ihtiva ettiği “karşılıklı (mütekabilen)” manasını göz önüne alarak, âyetten kastın “onların karşılıklı olarak birbirini destekleyen cemaatler şeklinde organize edilmeleri” olduğunu belirtmişlerdir. Bu mânâdan hareketle, şu yoruma ulaşabiliriz: İsrâiloğulları, Hz. Musa ve kardeşi Hârûn’un tedbiriyle mahallelerde hazırlanan -ve faaliyet merkezleri mahiyetinde olan- evler etrafında, küçük gruplar halinde birbirleriyle dayanışma ve irtibat içine girmişler, bilhassa ortak bilgilenme, ortak ibadet, çocukların ortak eğitimi gibi ihtiyaçlarını gidermeye, ortak problemlerini çözmeye çalışmışlardır. Keza bu uygulama, kıyamete kadar müminlere bir örnektir: Hz. Mûsâ zamanında olduğu gibi, hâkimiyeti el geçiren Firavunlar yüzünden müminler, nerede bir şekilde hürriyetlerini kaybetmiş, dinin gerektirdiği şekilde yaşamakta sıkıntı ve zorluklara düşmüşlerse, çocuklarına hür ve meşru ortamlarda alenen eğitim vermekten alıkonulmuş iseler, evlerine yönelmelidirler. Onlar için en selametli ortam ev ortamıdır.”
“Evi kıble edinmek” elbette eve bir mescit hüviyeti kazandırıp, ev merkezli bir eğitim faaliyetine geçmeyi gerektirir. Yani mescitlerin gördüğü ibadet, eğitim, öğretim, cemaatleşme gibi bütün hizmetler evlerde yerine getirilmelidir. Nasıl ki mescitler herkese açıktır: Her gün ibadet vakitlerinde ve de haftanın bir gününde mecburi olmak üzere müminleri bir araya getirme, aynı mekanda toplayarak içtimâileştirme hizmeti veriyorsa, evler de öyle olmalıdır. Aynı grup mensupları mütekabil (karşılıklı) olarak birbirinize rahatça gidip gelmeyi kolaylaştırmalısınız, resmiyeti azaltmalısınız. Böylece, mescitlerin verdiği bütün hizmetleri evler verebilmelidir.”
“Bir kısım hürriyetlerin, bu meyanda din hürriyetinin daraltıldığı şartlarda takip edilecek en mühim strateji olarak “evlerin kıble kılınması ve ibadetlerin tam yapılması” (veya Türkçe meallerin ifadesiyle “namazların dosdoğru kılınması”)nın emredilmesi, dikkat çekicidir. (…) Kur’ân Firavun’un baskısının arttığı bir dönemde evlerin mescit, mektep kılınmasını, aynı inancı paylaşanların “(küçük gruplar halinde) dayanışma içine girmelerini” ve “çokça namaz kılmalarını” emrediyor.” (bkz. İbrahim Canan, “Aile İçi Eğitim”, Sur Dergisi, Sayı: 343, Ekim 2004, s. 6-15)

EĞİTİMCİNİN DUASI (20/25-28) BOŞ

“Rabbim yüreğime genişlik ver, işimi bana kolaylaştır, dilimdeki bağı çöz ki sözümü anlasınlar.” (20/25-28)

EĞİTİMDE SOSYAL SORUMLULUK; EĞİTİMCİLER (3/104, 110; 9/71) GELİŞTİR

“Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a inanırsınız.” (3/Al-i İmran, 110)
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sa­kındıran bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa erenler­dir.” (3/Âl-i İmran, 104)
“Mümin erkeklerle mümin kadınlar, birbirlerinin ve­lileridir (dostları ve yardımcılarıdır). Onlar iyiliği emre­der, kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, ze­kât verirler. Allah ve Resulüne itaat ederler. İste onlara Al­lah rahmet edecektir.” (9/Tevbe, 71)
Bu ayetlerde, eğitim görevi olan kişi ve sosyal yapılardan bahsedilmektedir. “Toplum/ümmet”, “uzman grup” ve “kişi” düzeylerinde üstlenilmesi gereken eğitim çalışmaları vardır. Müslüman toplum, dünya genelinde insanlığın eğitimden; Müslüman toplum içindeki âlimler ve eğitimcilerden oluşan özel bir grup, halkın eğitiminden; müminler ise sosyal yaşamda birbirlerinin eğitiminden sorumludur.
Eğitim işi, ümmetin tamamını ilgilendiren bir husustur. Uzmanlığa dayalı eğitim, elbette o konuda bilgiyi gerektirir. Ama eğitimi hayatın tamamına ve her alanına yaydığınız takdirde -ki istenen budur- herkes, kendi birikim ve imkânları çerçevesinde bu faaliyete ka­tılabilir. İnsanın eğitimi, çocukluktan ölüme kadar de­vam eden bir süreçtir. Mesela her anne-baba, kendi çocuklarını belli bir seviyeye kadar eğitebilirler. Ayrıca eğitim işi, bilgi yanında, insan emeğine ve maddi katkılara da ihtiyaç duyar. Bilgisi olmayan kişi, emeği veya parasıyla eğitim faaliyetine katkıda bulunabilir. Mesela okul gibi bir eğitim kurumunda eğitim yapılabilmesi için, bilgi sahibi öğretmenlere ihtiyaç duyulduğu gibi, okulun inşa edilmesinde emeğe ve paraya da ihti­yaç vardır. Meseleye bu geniş açıdan bakan müfessirler, âyetlerde anlatılan iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak görevinin bütün ümmeti kapsadığını söylemişlerdir. (Muhammed İzzet Derveze, ed-Dustûru' Kurânî ve's-Sunnetu'n-Nebeviyyetu fî Suüni'i-Hayat, Mısır-tarihsiz, 11.9)

EĞİTİM SİYASETİ (12/108) GELİŞTİR

“De ki: İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah’a davet ederim, ben ve bana uyanlar…” (12/Yusuf, 108)


Âyetteki “basîret üzere davet” eğitim siyasetini, eğitimde muhatabın özelliklerini, zamanı ve şartları gözetmeye dikkat çekmektedir. Çünkü basîret, gaflete düşmeden ve duygulara kapılmadan ileriyi ve gerçekleri isabetli olarak görme yeteneğidir; varlıkların hakikati ve içyüzünü gösteren bir vasıtadır. Eşyanın şekillerini gören baş gözü ne ise, hakikatleri keşfedecek kalp için basiret de odur.

EĞİTİLMESİ MÜMKÜN OLMAYAN KİŞİLER: Ancak iletişime ve öğrenmeye açık olanlar eğitilebilir BOŞ

Kendilerini son derece beğenen, nefislerine tapan, kendilerini iletişime tamamen kapatmış insanlar eğitilemez, düşünce ve davranışları değiştirilemez.
“Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.” (36/10)
“Onlardan seni dinleyenler de vardır. Fakat kulaklarını kapatıp kafalarını çalıştırmayanlara sen mi duyuracaksın.” (11/42)
“Şüphesiz bunda, dinleyen bir toplum için ibretler vardır.” (11/67)
“Hidayet çağrısına kulak vermeyen müşriklerin durumu, sadece çobanın çağırmasını işiten hayvanların durumu gibidir. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler, akılları da ermez.” (2/171)
“Nefsini ilah edineni gördün mü? Sen ona vekil olabilir misin? Yoksa sen onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akledeceğini mi sanırsın? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onların yolu daha sapıklıktır.” (25/43-44)
Eğitim için kişinin iletişime açık ve hazır olması gerekir. 21/145, 7/179, 10/43, 6/50
Öğrenmeye açık olan eğitilebilir: “Eğer öğüt fayda verirse öğüt ver.” (87/9)

11 Kasım 2010 Perşembe

GENÇLİK DÖNEMİ EĞİTİMİ VE EĞİTİMDE BABANIN ROLÜ


“Lokman, oğluna öğüt verirken şöyle konuştu: “Ey benim sevgili oğlum! Allah’tan başkasına ilâhî sıfatlar yakıştırma. Bil ki, böyle (düzmece) ortaklık yakıştırmalar [şirk] gerçekten büyük bir zulümdür.”
(Lokman,) “Benim sevgili oğlum!” (diye devam etti:) “Haberin olsun ki (yaptığın iş) bir hardal tanesi kadar olsa da bir kayanın içinde (saklı) ya da gökler(in tepesin)de veya yer(in derinliklerin)de bulunsa, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Çünkü Allah, Latif’tir (ilmi en gizli şeylere kadar nüfuz edici ve kuşatıcı), Habîr’dir (her şeyden haberdar).
Yavrucuğum! Namazı (kendini kemale erdirmek için) dosdoğru kıl. (Başkalarını kemale ulaştırmak için ise) doğru ve yararlı olanı emret, kötü ve eğriden vazgeçirmeye çalış. (Bu emir ve nehiy sebebiyle) başına gelebilecek şeylere sabırla katlan. Çünkü bu, azim ve kararlılık gösterilmeye değer bir şeydir.
(Yersiz) bir gurura kapılarak insanlara üstünlük taslama (kibirlenip yüz çevirme) ve yeryüzünde küstahça gezip durma. Unutma ki Allah, böbürlenerek küstahlık yapanları sevmez.
Yürüyüşünde (davranışlarında) ölçülü ve dengeli ol. Sesini yükseltme; çünkü, unutma ki seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır.” (31/Lokman, 13, 16-19)

Ayetlerde ailenin, özellikle de babanın ergen çocuğuna neleri, hangi sırayla, nasıl bir üslupta öğreteceği açıklanmaktadır.
Lokman (as)’ın oğluna öğüt verirken değindiği ilk konu, Allah’a şirk koşmaması olmuştur. Oğlunun Allah’a inandığı kesindir. Dolayısıyla ona, “Allah’a inan!” demiyor da, “Allah’a eş koşmamasını” öğütlüyor. Dikkat edilirse Lokman (as) oğluna bu yasağı koyarken, nedenini de izah etmektedir: Bil ki, böyle (düzmece) ortaklık yakıştırmalar [şirk] gerçekten büyük bir zulümdür! Demek ki çocuklara bir şeyi öğütlerken ya da yasaklarken, o şeyin neden ve niçin yasaklandığını anlatmakta yarar vardır.
Birinci basamakta şirk koşulmaması öğütlendikten sonra, ikinci basamakta [16. ayette] Yüce Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu, insanın ameliyle bağlantı kurarak anlatmaktadır. Lokman (as) oğluna Yüce Allah’ı “Latîf” ve “Habîr” sıfatlarıyla tanıtmaktadır.
Üçüncü merhalede, zikir, hamd ve dua gibi dinin temel esaslarını içine alan “Namaz kılmasını” oğluna öğütlemektedir.
İslamî ailede çocuğun eğitimi, dar bir çevre ve kısa hedefler için yapılmamaktadır. Çocuğun eğitimi toplumsal değerlerle kaynaşacak bir tarzda gerçekleştirilmelidir. Toplumdan soyutlanarak, tek başına çocuğu eğitmek mümkün değildir. Mümkün olsa bile, verimsiz ve süreksiz kalmaya mahkûmdur. Bunun içindir ki Hz. Lokman, oğlunun sosyalleşmesini ve sosyal hayatta rol almasını temin etmeye çalışmaktadır. Çocuğun zihnini ve kalbini Yüce Allah’a çevirdikten sonra, toplumun yücelttiği değerlere de çevirmektedir. Bu eğitim esnasında Lokman (as), yasakladığı bir davranış biçiminin karşıtını da öğretmekte, benzetmelere önem vermektedir. Bilâhare, toplumsal değerleri kendi şahsında sindiren ve onların bilincine varan oğluna, onları başkasına tavsiye etme sorumluluğunu hatırlatmaktadır. Böylece genç, değerleri yaşadıktan sonra başkalarına da yaşatmak için çalışacak; ve toplumun uğruna, onun iyiliği ve düzenliliği için karşılaşacağı tepkilere de katlanacaktır.[1]
Dodurgalı, Lokman (as)’ın oğluna yönelik öğretimini şu şekilde değerlendirmektedir:
“Bu ayetlerden[2] ortaya çıkan programa göre, çocuklara verilecek temel kavramlar şunlardır:
1- Allah kavramı (O’na ortak koşmama ve O’na inanma),
2- Ana-babaya saygı,
3- İtaatkârlık,
4- İnsanlarla iyi geçinmek,
5- İyilik ve kötülük kavramlarını kazandıracak vicdanı oluşturmak,
6- Namaz ve ibadet kavramı,
7- İyiliği emir ve kötülükten nehy etme bilinci ile insanlara yardım etme,
8- Sabır,
9- İnsanlarla iletişim kurmak:
a- İnsanları küçümsememek, onlardan yüz çevirmemek,
b- Tevazu (Kibri terk etmek)
c- Tabiîlik (Samimiyet)
d- İnsanlarla alçak sesle konuşmak, sesini yükseltmekten kaçınmak.
Yukarıda zikri geçen bu kavramların hepsi belirli bir yaş döneminde verilmez. Bu konular, her yaş döneminin özelliklerine ve çocuğun idrak derecesine göre ergenlik çağına kadar çeşitli yöntemlerle; zaman zaman taklitle, zaman zaman da şuurlu hareketlerle çocuğa kazandırılmaya çalışılır. Bu ayetlerin dışında çocuk eğitimine temas eden veya çocuğu konu alan başka ayetler de vardır. Kur’an’da çocuğu doğrudan konu edinen ayet sayısı 297’dir. Dolaylı olarak çocuktan bahseden ayetlerle birlikte bu sayı 342’ye yükselir.”[3]
Aydın, Lokmân (as) tarafından da kullanılan öğretim yöntemi olan “telkin” hakkında şu hususlara dikkat çekmektedir:
“Ahlâk eğitiminde doğruları öğretmenin bir yöntemi de telkin etmedir. Telkin, bir düşünceyi aşılama, kabul ettirme demektir. Buna bir anlamda “öğüt verme” de denilebilir. Telkinde, muhatabın söylenilenleri duygusal olarak alma, kabul etme ve tasdik etmeye hazır oluş halinden yararlanma söz konusudur. Bir kişinin, kendisine telkin yapacak kişiyi sevmesi ve onu bir otorite olarak kabul etmesi gerekir. Telkinde birebir ilişki ve karşılıklı güven ve sevgi ortamı oluşmuş olmalıdır.
Çocuğa telkin yaparken veya öğüt verirken dikkatli olmak gerekir. Çocuklar, kolayca kendilerine konferans çekiliyormuş gibi hissederler. Çünkü ne konuştuğumuz kadar, nasıl konuştuğumuz da önemlidir. Ahlâkî konularda anne-babalar lafız uzattıklarında, çocuklar, kendilerine fazla yüklenildiğini, aşağılandıklarını düşünebilir ve canları sıkılabilir. Eğer hiç konuşmazsak o zaman da bir şey öğrenemezler. O halde ne yapmalıyız?
Ahlakî öğütler verirken şu hususlara dikkat edilmelidir:
1- Tepeden bakan bir yaklaşımdan uzak durmalısınız: Söyleyeceklerinizi öylesine doğal ve aranızda mesafe olmadan aktarınız ki çocuğunuz, sizin ona olan sevginizi ve yakınlığınızı hissedip, rahatlıkla kendini ifade edebilsin. Kafalarına zorla fikir sokulmaya çalışıldığını hisseden çocuklar hemen tepki gösterirler.
2- Kısa tutunuz: Özellikle aktarmak istediğiniz fikirleri kısaca söyleyiniz. Kısa ve sade fikirler daha kolay anlaşılır ve kabul edilir.
3- Çocuğun düzeyine uygun konuşun: Her yaşın belli özellikleri ve öğrenme kapasitesi vardır. Ayrıca her çocuğun da ayrı bir yapısı, mizacı vardır. Vereceğiniz bilgilerde ve takınacağınız tavırlarda çocuğun durumunu dikkate almalısınız.
4- Hikaye ve örneklerden yararlanabilirsiniz: Hikaye, kıssa ve örnek olaylarla somut bilgi vermek daha anlaşılır olmasının yanında, dolaylı olarak öğrenme de sağlar.
5- Yapıcı olanı vurgulayınız: Konuşurken olumsuz veya yanlış davranışlardan bahsetmek yerine, doğru, iyi, güzel, olumlu ve yapıcı olanı vurgulamalısınız.
6- Çocuklar en iyi, eğlendikleri sırada öğrenir.
7- Öğütleri, uygun zaman ve yerde veriniz: Çocuklar bir şeyle meşgul ve sizi dinlemezken onlarla konuşmak fayda yerine zararlı olabilir.”[4]



[1] Bayraktar Bayraklı, “Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Çocuk Eğitimi”, İslâm’da Aile ve Çocuk Terbiyesi, II, 155-163; İbrahim Canan, Kur’ân’da Çocuk Eğitimi, s. 87-95. Lokman (as)’ın oğluna verdiği öğütlerle, Hz. Peygamber’in öğretileri arasındaki irtibâtı tafsilâtlı bir şekilde görebilmek için bkz. Necmettin Şahinler, Lokman’ı Dinlerken, İstanbul 1993, s. 33-50, 57-71, 116-167
[2] Dodurgalı, Lokman (as)’ın oğluna nasihatleri arasında yer almayan 15-16. ayetleri de değerlendirmeye dâhil etmiştir. Zira “ana-babaya saygı” ve “itaatkarlık” mefhumları bu ayetlerde ifade edilmektedir.
[3] Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, s. 126-127, 275-277
[4] M. Zeki Aydın, Ailede Çocuğun Ahlâk Eğitimi, s. 151-153

ÇOCUK EĞİTİMİNDE KALITIMIN VE EŞ SEÇİMİNİN ETKİSİ

“Tayyib (güzel, temiz) bir beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle (iyi ve bereketli) çıkar. Habis (kötü, pis, zararlı) olan beldeninki ise çıkmaz, çıksa da bir şeye yaramaz…” (7/A’raf, 58)
Ayet, çocuk eğitimde kalıtımın ve dolayısıyla eş seçiminin etkilerine işaret etmektedir.
Babanın menisi ile ana karnında çocuğu besleyen maddeleri meydana getiren unsurların ve eşyanın haram olmalarının çocuğun karakterine tesiri vardır. Bu ayeti dikkate alarak anneler, çocuklarına haram lokma ve haram süt vermemelidirler. Çünkü onlar, insanlığın karakterine şekil vermektedirler[1].
Âyette, eş seçiminde gösterilmesi gereken hassasiyete de işaret edilmektedir. Zira çocuğu doğuracak ve yetiştirecek olan kadındır. Bayraklı’nın ifâdesiyle; “İslâm, tohumluktan çıkıp fide hâline gelene değil, esası olan tarla ve tohuma yöneliyor. Eğitim doğumdan sonra başlamıyor, tohum döneminden başlıyor. Tohumu bilmeden, toprağa atmıyor. Tarlayı da dikkate alıyor.”[2]
Râğıb el-Isfahânî’nin de belirttiği üzere; maddî yaratılış gereği çocuk, ana-babadan renk, sima gibi vasıfları alırken, manevî bakımdan da ana-babanın sahip olduğu temiz seciye, izzet, şeref, iyi ahlak ve tabiat yahut bunların aksi olan çirkin huy ve davranışları veraset/kalıtım yoluyla alır.[3] Râğıb el-Isfahânî’ye göre; ayetteki  “beledu’t-tayyib (güzel ve temiz belde)”, helal lokma ile beslenen, çocuğuna da helal süt emziren kadın/annedir; böylesi bir annenin çocuğunun kişiliği güzel ve eğitim hayatı başarılı olur. “habis belde” ifadesi ise haram lokma ile beslenen, çocuğunu da öylece emzirip besleyen kadın/annedir ki onun çocuğu topluma zararlı ve eğitimi zor olur.[4]
Dodurgalı da ayet çerçevesinde şunları söylemektedir:
“Ayette geçen “iyi toprak”, “çorak toprak” terimlerini zahirî olarak toprak manasına tefsir edenler olduğu gibi, bazıları ‘iyi insan’, ‘kötü insan’, bazıları da iyi toprağı ‘mümin’, kötü toprağı ‘kâfir’ olarak tefsir etmişlerdir. Biz ikinci yorumu tercih ediyoruz. Ayette kastedilen manaya göre, yapılan evliliklerden kavruk bitkilerin çıkmamasının, ancak toprağın (evlenilecek kişinin) iyi olması ile mümkün olacağı beyan ediliyor. Ayetin kalıtıma işaret ettiği söylenebileceği gibi, eğitime işaret ettiği de söylenebilir. Öyleyse, eğitimde eş seçimini öne çıkartan ikinci husus, eğitim ve kültür çevresidir. Bir anne veya baba adayı, eşini seçerken onun yetişme tarzını ve yetiştiği çevreyi incelemelidir. Çünkü insan bir yönden kalıtımın ürünü olduğu gibi, bir yönden de eğitim ve çevrenin ürünüdür. Ayetin, eğitilmiş iyi anne-babanın çocuklarını iyi eğitecekleri için çocuklarının da iyi olacağını, kötü anne-babanın ise çocuklarını iyi eğitemeyeceklerinden çocuklarının iyi olamayacağını haber verdiği söylenebilir. Her iki durumda da kişinin eş seçiminde titiz davranıp doğru karar vermesi şart gözükmektedir. Eş seçiminde titiz davranmak, ailenin devamı için olduğu kadar, anne ve babadan oluşan bir ortamda eğitim göreceğinden, çocuğun eğitimi açısından da son derece mühimdir. İşte bu ayette, bu mühim karar sırasında çocuğun terbiye ve sıhhatli gelişmesinde en önemli unsur olan karı-koca münasebetlerini en güzel ve en istikrarlı bir istikamette devam ettirecek şartların düşünülmesi, birinci derecede nazar-ı itibara alınması istenmektedir.” [5]
Hz. Peygamber (sas), eş seçimi konusuna ve buna bağlı olarak kalıtımın çocuğa etkisine dikkat çekmiştir. Sünnete göre, öncelikle “dindar kadın” eş olarak seçilmelidir: “Kadın dört haslet için nikâhlanır: Serveti için, ailesinin asaleti için, güzelliği için ve dindarlığı için. Sen dindar olanı seç ki elin bereket bulsun.”[6] Hadisin son kısmı bir başka rivayette: “Sen dindar olanı seç, aksi takdirde zarar edersin.”[7] şeklinde yer almaktadır. Konuyla ilgili bir başka rivayet ise şöyledir: “Çöplükte yetişen (kırmızı gül)den sakının, yani kötü muhitte yetişen güzel kadından sakının.”[8]
Evlenilecek erkek için de aynı şartlar aranmaktadır: “Dindarlığını ve ahlâkını beğendiğiniz birisi, sizin veliliğiniz altında olan bir kadın ile evlenmek istediğinde onu kabul edin. Yoksa yeryüzünde büyük bir fitne ve fesad ortaya çıkar.”[9]
Kalıtımsal özelliklerin etkisine işaret eden bir hadis ise şöyledir: “Nutfeleriniz için (kadının) hayırlısını tercih edin. Kendinize denk olanlarla evlenin, denklerinizin kızını isteyin. (Çünkü kadınlar, erkek kardeşlerine veya kız kardeşlerine benzeyen çocuklar doğururlar[10]).”[11]
Bu hadislerde Hz. Peygamber, çocuğun sahip olacağı özellikler açısından kalıtımın ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiş ve bu öneme binaen eş seçerken, eş adayının kendisini, yetiştiği çevreyi ve onun akrabalarını araştırıp ona göre karar verilmesini öğütlenmiştir. Çünkü evlilik demek, çocukların sosyalleştirildiği ve eğitildiği aile kurumunu kurmak demektir. Bu sebepten, eşlerin birbirlerinde arayacakları vasıflar, çocukların eğitimiyle yakından alâkalıdır.
Araplar da eş seçerken kalıtım faktörünü dikkate alırlardı. Ebû Amr İbnu’l-Alâ anlatıyor: Bir adam, “Ben çocuğumu görmeden anasını almam” dedi. “Bu nasıl olur?” diye sorulunca, “Evleneceğim kadının annesine ve babasına bakarım. Çünkü çocuk bunlardan birine çeker” cevabını verdi.[12]


[1] Bayraktar Bayraklı, Kadın, Sevgi ve Temel Haklar, s. 82
[2] Bayraklı, İslâm’da Eğitim, s. 130
[3] Râgıb el-Isfahânî, Tafsîlu’n-neş’eteyn ve tahsîlu’s-saadeyn, Mısır 1323, s.49’dan Bayraklı, Kur’an’da Değişim, Gelişme ve Kalite Kavramları, s.36
[4] Geniş bilgi için bkz. Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, VII, 169-172
[5] Dodurgalı, a.g.e., s. 147-148
[6] Buhârî, Nikâh, 15; Müslim, Radâ, 53-54
[7] Ahmed, Müsned, II, 80; Ebû Ya‘lâ, Müsned, II, 292; İbn Hibbân, Sahîh, IX, 345; Hâkim, Müstedrek, II, 174
[8] Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb, II, 96 (957); İbn Ebî Hâtim, Cerh ve’t-Ta’dîl, IV, 139 (608); V, 369 (1729); Deylemî, Müsned, I, 382 (1537). Hadîsin diğer kaynakları ve sıhhat durumu için bkz. Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 319-320 (755)
[9] Tirmizî, Nikâh, 3; İbn Mâce, Nikâh, 46
[10] Hadîsin bu kısmını da kaydeden kaynaklar için bkz. Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 358 (960); Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, III, 237. İbn Hacer hadîs için “kavî” demiştir. (Fethu’l-Bârî, II, 26)
[11] İbn Mâce, Nikâh, 46. Ayrıca bkz. İbn Ebî Şeybe, Musannef, IV, 25; Dârekutnî, Sünen, III, 298-299, hn. 196-197; Beyhakî, Sünen, VII, 133, hn. 13536; Hâkim, Müstedrek, II, 176, hn. 2687. Hadîsin değişik rivâyetleri ve sıhhat durumu için bkz. Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 358 (960). Benzer bir hadîs için bkz. Buhârî, Nikâh, 12
[12] İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, IV, 2